Ahlaki gelişim evrelerinden bahseden bir abi vardı. KPSS’ye hazırlananlar iyi bilirler. İşte o abinin geliştirdiği kurama yeni bir ekleme yapmak gerekiyor bence: Sosyal Medya Ahlakı..

Baudrillard henüz hayatımız internetin girmediği zamanlarda Simülasyon ve Simulakra diye bir kitap yazmıştı. Tam ortasında yaşadığımız tüketim toplumunda sahte ile gerçeğin yer değiştirdiğini, gerçek olmayan ihtiyaçların gerçek ihityaçlar gibi algılandığını ve bu sahte ihtiyaçlarımızı karşılayamadığımız zaman ortya çıkan yoksunluk semptomlarına benzer semptomların belirdiğini söylemişti. Ve bu durumu post-kapitalizmin zaferi olarak ilan etmişti.

Maalesef yaşadığımız ve tanık olduğumuz pek çok şey Baudrillard’ı haklı çıkarmakta. Sadece ihtiyaçlarımız ve alışkanlıklarımız değil, duygu ve tepkilerimiz de gerçek olmaktan uzak. Belki de bu yüzden cinnet çağının eşiğini çoktan atlamış durumdayız. Öfklerimizi, sevinçlerimizi, kırgınlık ve kızgınlıklarımızı sosyal medyada ifade etmeye çalışıyor, hislerimizi paylaştığımız insanların da bizim tepkilerimize benzer tepkiler vermesini bekliyor, bu tepkiyi göremediğimizde de gerçekten öfkeleniyoruz. Bu öfkenin dışa vurumu da  gerçek dünya dışavurumlarından çok daha acımasız oluyor.

Bir süredir sosyal medyayı aktif kullanan biri olarak bir hayli deneyim biriktirdim. En çok rastaldığım şeylerden biri de ölçüsüz öfke! Sırf hoşuna gitmeyen yada katılmadığı görüşü dillendirdim diye, sokakta görsem tanımayacağım pek çok insan zınk diye küfürü yapıştırır oldu. Diyebilirim ki yorum olarak ya da özel mesaj olarak küfür almadığım tek bir günüm bile geçmiyor. Başlarda çok şaşırıyordum haliyle. Ulan diyordum kendi halinde kimseye zararı olmayan biriyim, şurada kendi kendime eğleniyorum, nasıl oldu da bu kadar düşman biriktirdim diyor ve üzülüyordum. Fakat gün be gün o kadar arttı ki bunların sayısı, üzüntünün yerini tanımlayamadığım,  öfkeye yakın bir his aldı. Doğu Türkistan’daki zulümden bahsettim faşist oldum, Ali İsmail’den bahsettim terörist dediler, onur yürüyüşündeki polis zulmünden bahsettim eşcinsel ilan edildim.. Kısacası ellenmedik bir kulağımın arkası kaldı son bir kaç yılda.

En tuhafı da şu. Eminim ki bu insanların tamamıyla neredeyse hiç karşılaşmadım. Ve şundan da eminim; sosyal medyada dillendirdiğim herhangi bir fikri dışarıda, mesela kahvede ya da barda söylesem ve o zat-ı muhteremde yakınımda olsa saldırıp küfür etmek aklından bile geçmez. Ya tepkisiz kalır ya da kibar bir şekilde bana katılmadığını söyler kuvvetle muhtemel.

Peki ne oluyor da normal şartlarda ve normal hayatta insanlardan saldırmaktan imtina eden pek çok insan, sosyal medyada katılmadığı bir fikri yahut paylaşımı gördüğünde içinden vahşi bir hayvan çıkıyor. Bunun cevabı için bkz. ikinci paragraf…

Cinnet çağının tam ortasındayız. Yöneticilerin ısrarla kamplara ayırdığı, insanların kendisi gibi olmayana, hatta kendisi gibi düşünmeyene tahammül edemediği, sınırsız bir ölçüsüzlükle hakaretler yağdırıp aşağılamaya çalıştığı, sadece yazdıkları ya da paylaştıkları için değil, yazmadıkları ve paylaşmadıkları için bile suçlu ilan edildiği bir cinnet çağının tam ortasındayız. Ve maalesef bundan kolay kolay kurtulabilecek gibi görünmüyoruz.

Uzun zamandır yağmurda keyifle yürüyen insanlar göremiyorum. Eskiden etrafta yağmurdan kaçmayan, damlaların altında keyifli keyifli yürüyen insanlar vardı. Parklardaki çiçeklerle konuşan, gece yarısı kenar mahalle banklarında huzurla yıldızları seyreden, sokak köpeklerinin başını okşayan, tramvayda ağlayan bir çocuk olursa veririm, sevinir diye cebinde çikolata bulunduran insanlar vardı. O insanların hepsi şimdi yağmurla ilgili paylaşım yapma, çiçeklerin fotoğrafını çekme, sevimli çocuklarla selfie yapma derdinde. Bir çiçeği okşayacak, bir çocukla gülümseyecek, bir köpeğe ağlayarak aşkını anlatacak insanlar yok artık etrafta. Çünkü hepsinin çok işi var. Çünkü hepsinin akıllı telefonları ve sınırsız internet bağlantıları var.

VE GİTTİKÇE KABARAN ÖLÇÜSÜZ NEFRETLERİ VAR.

Elbette benim de durumum o kızdığım insanlardan farklı değil.

BİRBİRİMİZDEN NEFRET EDİYORUZ ARTIK!

YAŞASIN KAPİTALİZM!!

Sözlerin her kelimesine sonuna kadar katılmamak elde değil. Sosyal medya kavramını daha farklı kullanma kararı alma nedenim işte tam bu kelimeler. Duygularıma ve düşüncelerime tercüman olan Ali Lidar’ın ağustos ayı ot dergisindeki yazısıdır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here