İlk resimlerde hayata sarılan, hiç ölmeyecekmiş gibi bakan gözler, artık ölümü bekler hale geliyor.
ortalara kadar kadınlığını devam ettirmeye çalışan, pencere kenarında ojesini süren, fakat sonra her şeyden vazgeçmiş ve ölümü kabullenen bir kadının resimleri. biz belki de kadının gözlerinde, kendimizi görüyoruz.
çok zor olmalı, sevdiğin birinin yavaş yavaş ölüşünü izlemek. birini bir anda kaybetmek belki beklenmediktir, ilk başta çok sarsar ama birini kaybedeceğini bile bile yaşamak daha da zordur bence. anı yaşarken ölümü geri plana atarsınız, bir insanla konuşurken bir gün ölecek bu diye bakmazsınız. ama bu durumda yaşama şansının çok çok az olduğunu bilerek aklınızdan başka bir şey geçemez.
“ben kanserim.” cümlesiyle başlar o korkulu süreç. ne kadar ileri seviye, atlatma şansı var mı, her gün kanserden ölen insanların haberini duyarken gerçekten bundan kurtulanların oranı nedir?
bir insanı sevmişsinizdir, illa aşk olarak değil. onunla güzel vakitleriniz olmuştur, zamanında birbirinizi kırmışınızdır zamanında çok sevindirmişsinizdir. yine de yaşanan şeylere rağmen birbirinizi seviyorsunuzdur ve normal koşullarda bir gün ölüm bizi ayıracak diye düşünmezsiniz. sonra öğrenirsiniz ki sevdiğiniz insanla aranızda kum saati misali bir süreç başlar. ölecektir, geri dönüşü yoktur. ölecek insanın moralini bozmamak için neşeli kalmaya çalışırsınız, içiniz kan ağlasa da belli etmemek için büyük çaba sarf edersiniz. yaşamış olduğunuz anıları bir daha yaşayamayacağınız için hayata lanet edersiniz.
acaba hangisi için durum daha zordur? öleceğinizi bilip sevdiğiniz insanla elinizden geldiğince vakit geçirmeye çalışıp, bir yandan da tedaviden dolayı acılar çekerek bu süreci tamamlamaya çalışmak mı yoksa sağlık olarak bir probleme sahip olmayıp sevdiğiniz insanın çektiği acılara şahit olmak zorunda kalıp kısa bir süre sonra onu tamamen kaybedeceğinizin ve yalnız kalacağınızın bilinciyle yaşamak mı?
yanıtlaması çok zor bir soru. bu adamın neler çektiğini tahmin bile edemiyorum, o zorlu süreçte her şey olağanmış gibi davranabilip soğukkanlı bir şekilde bu işi yapabilmesini de takdir ediyorum. karısının anısını böyle bir şekilde yaşatması, ölümünün son anına kadar ona destek olması o kadar güzel bir şey ki…
hastalandığı için eşleri tarafından terk edilen insanları ve bu olayı düşündükçe hepimizin aynı şekilde davranamayacağı, bu adamın ender bir kesimin parçası olduğunu daha da iyi anlıyorum.
Aşağıda Amerikalı fotoğrafçı Angelo Merendino ve Eşi Jennifer’ın hikayesi anlatılıyor, Angelo’nun ağzından. Kanser tanısını ilk olarak nasıl aldıkları ve nelerle karşılatıklarını ve baştan sona hastalığın tüm aşamalarını nasıl fotoğrafladığını anlatıyor. En son 3 fotoğraf insanın içini sızlatıyor..
Jen ile tanıştığımızda, 30lu yaşlarımızdaydık. O zamana gelene kadar bir çok ilişkiden geçmiş ve bir çok zorlukla uğraşmıştık. Jen daha önce evlenmiş ve 25 yaşında dul kalmıştı. Jen’i çocukluğundan beri tanıyanlar onun her zaman olumlu düşünen ve sevgi dolu biri olduğunu söylerler. Bence o deneyim Jen’in hayatını çok derinden etkiledi. Hayatı nasıl yaşayacağını, hayat ile ilgili düşüncelerini ve hayallerinin peşinden koşma azmini belirledi.
Ben Hayattaki amacımı ve kim olduğumu anlamaya çalıştığım dönemdeydim. O yüzden bizim ilişkimizde konuşulmamış bir çizgi vardı; hayatı birbirimiz için zorlaştırmak istemiyorduk. Hayat yeterince zordu zaten. Sabah evden çıktığında seni yenmeye çalışan bir hayatın döndüğü dünyaya çıkarsın. Bir kask takar ve olaylarla uğraşmaya başlarsın. Eve geldiğimizde savunmalarımızı bırakmayı düşündük. Neden hayatı birbirimiz için zorlaştıralım ki?
Her zaman ilişkimizi şöyle gördük; Jen ve bendim sadece ve birlikte bir takımdık.
Şimdi geriye dönüp baktığımda; Jen’in beni kıracağı hakkında hiç endişem yokmuş. Sonuna kadar güveniyordum ona. Ve eminim ki Jen içinde durum aynıydı. Biz sadece .. Birbirimizi sevdik. Birbirimize sahip olduğumuz müddetçe hayatta karşımıza ne çıkarsa çıksın başedebileceğimizi düşünüyorduk.
Açıkçası başımıza ne geleceği hakkında hiç fikrimiz yokmuş. Fakat birine sonsuza kadar sizinle olmak istediği istemediğini sorduğunuz zaman ve bunu kabul ettiğiniz zaman, bunun ne anlama geldiğini bilirsiniz. Insanları yargılamak gibi bir niyetim yok ve bazı şeylerin değişmeyeceğini de söylemeye çalışmıyorum. Bazı insanlar boşanabilir tabiki. Hayatta bazen böyle şeyler olabilir. Fakat insanların “birbirimize en güzel yıllarımızı verdik.” veya buna benzer birşey dediklerini duyduğumda şöyle düşünürüm ” bu kadar mı? O 7 yılda ne olduki bırakmak zorunda kaldın?”
Tekrar söylüyorum, insanları yargılamak gibi bir niyetim yok. Başka insanların hayatında neler olup bittiğini bilmiyorum. Ama birine evlenme teklifi yaptığınızda, bütün benliğiniz ile bu işte olmalısınız. Çünkü başınıza ne geleceğini bilemezsiniz. Hayat ekonomik zorluklarla işlerle ve ailelerle yeterince zor zaten. Buna birde ciddi bir hastalık eklerseniz daha da zorlaşır. ” eğer işler yolunda gitmezse boşanırım” diye düşünmemelisiniz. Birine hayatınızı adayacaksanız, adamalısınız. Bunu onu sevdiğiniz için yapın. Iyi günde ve kötü günde yanında olmak için.
Jennifer ve benim için herşey mükemmel değildi tabiki. Zaman zaman tartıştığımız anlarda oldu. Asıl önemli olan şey, tartışmalarımızın bizi etkilemesine asla izin vermedik. Sonrasında da tekrar gündeme getirmedik. Kin tutmadık. Birbirimizin sakinleşmesine fırsat verdik. İlişkimizin yürümesi için anlaşmış gibiydik. Ve bu işe yaradı. Çok emek harcadık. Bir adanma gerektiriyor, anlatabiliyor muyum? Kolay değil. Ilk aylar balayı evresidir ve bazı şeyleri göremeyebilrsiniz. Fakat ilişki emek ister. Parkta yürümeye benzemez.
Jennifer ile tanıştığımızda benim hayatım müzik ve fotoğrafçılık olarak ikiye ayrılıyordu. Bir grupta çalıyordum. Jen, tanışmamızdan 1 ay sonra Manhattan’a taşındı. O zamanlar çıkmıyorduk. Ama iletişimi sürdürdük. Ve uzun süre konuşabildik. Her New York’a gidişimde mutlaka Jen’i görürdüm. En sonunda ona karşı neler hissettiğimi anlatabildim. Onun için deli oluyordum. Benimle çıkacağını güç düşünmemiştim. Ne yaptığımı bilmiyordum. Onun Manhattan’da güzel bir işi ve yaşamı vardı. Çalışkan, zeki ve güvenilir biriydi. Bense onun tırnağı bile olamazdım. Fakat sürekli onu düşünüyordum. Ne zaman yolda olsam ona mesaj gönderirdim. Her şey bana onu düşündürüyordu. Jen ile tanıştığımda, biz çıkmaya başladığımızda bile şu hisse kapılıyordum. Bana ilham veriyordu. Hareketleri ile yaşıyordu. Jen’in nasıl biri olduğunu keşfetmenize gerek kalmazdı, onun yaptıkları size nasıl biri olduğunu söylerdi zaten.Bana Hayatımı toplamam için ilham verdi. Hayatım hakkında daha sorumluluk bilinciyle düşünmeme neden oldu. Nasıl bir hayat istiyordum? Nasıl biri olmak istiyordum? Nasıl bir arkadaştım? Özellikle konu arkadaşlık olunca en çok hayran duyduğum insandı o. Hem bir çok arkadaşa sahipti. Öyle sadece arkadaş olsun diye olanlardan değil. Çok anaçtı ve arkadaşları ile ilgili herşeyle ilgilenirdi. O yüzden ben hem ile tanıştığımda kendime şu soruları sormaya başladım; ben nasıl bir arkadaştım ? Nasıl bir aile üyesiyim? Birgün yaşamaktan gurur duyacağım bir hayatı onun sayesinde kurmaya başlamıştım.
Ekim 2006 da, neredeyse herşeyimi satıp, kamera ve bazı Kıyafetler hariç, bir yüzük alıp Manhattan’a uçtum. Oraya vardığım akşam favori İtalyan restoranımızda yemek yedik. Yemekten sonra evlenme teklif ettim. O da kabul etti,1 Eylül 2007’de Central Parkta evlendik.Bundan 5 ay sonra Jen’e kanser tanısı konuldu. O kendi sağlığının bilinciydeydi, her zaman kontrollerine giderdi. Eğer garip bir şey hissetse, oturup bekleyecek biri değildi.
Ocak 2008, ben Ohio’da ailemi ziyaret ediyordum. Jen ise kontrollerini yaptırıyordu. Beni aradı, ürkmüştü. Aile hekiminin sıkıntılı bir şey hissettiğini ve mamogram istendiğini belirtti ve ekledi; “Biliyorum, bu meme kanseri.”
Henüz birkaç ay evliydik. Hiçbir şey düşünecek durumda değildim. “Bekle biraz, tamam meme kanseri olabilirsin. Bekle biraz tatlım, bunlar normal duygular. Birinin sana vücudunda bir şey var, test yapmamız gerekiyor demesinin nasıl bir şey olduğunu hayal dahi edemiyorum. Becerebildiğim kadar ne kadar korkmuş olduğunu anlamaya da çalışıyorum. Fakat mamogramı çekene kadar bekleyelim. Belki de daha önce sahip olduğun kistler gibidir.” diyebildim.
Sadece onu rahatlatmaya çalışıyordum. Genelde içimizde mantıklı olan oydu. Jen böyle şeylerin onu etkilemesine genelde izin vermezdi. Ben de korkmalı mıydım acaba? Neler oluyordu? O yüzden Jen’e bir sonraki gün eve geleceğimi, bi çözüm bulacağımızı söyledim.
Bir sonraki gün eve gittim. Jen genelde sakin olmasına rağmen ajite görünüyordu. Sakin olmaya çalışıyordum. Onun bu durumunun normal olmadığını bilmeme rağmen onu rahatlatmaya çalışıyordum.
Mamogram çektirmeye beraber gittik. Sonra doktorlar ardından bizimle konuşmak istediklerini söylediler. Jen’e meme kanseri olduğunu düşündüklerini söylediler. Sonra Jen beni aradı. Hayatım boyunca onun telefondaki “meme kanserim varmış” sesini unutmayacağım.
Uyuşmuş gibiydim. O uyuşma hissi hiçbir zaman tam olarak geçmedi.
“Birbirimizin gözlerine bakıp el ele tutuştuğumuzu ve ‘Birlikteyiz, iyi olacağız’ dediğimizi hatırlıyorum”
Hayatımızda karşımıza çıkan her zorluk aşkımızı güçlendiriyordu. Ama bu kanserdi. Bu bilmediğiniz bir yerde haritanız, yön işaretleri olmadan yol almaya çalışmaya benziyordu.
Daha önce canımızı sıkan şeylerin artık bir önemi yoktu. Birbirimizi güldürmek, kahkahalar attırmak, düştüğümüzde birbirimiz kaldırmak, hayatımızdaki insanlara onları sevdiğimizi söylemek.. Bunlar artık önemliydi gözümüzde.
Ben her zaman Jen’in fotoğrafını çektim. Fakat bu süre zarfında fotoğrafçılığı düşünmüyordum. Tedavimizin ilk periyodunda ailemiz ve arkadaşlarımız inanılmaz destek oldular. Destek grubumuz olağanüstü yardımcı oldu. Bize kart gönderdiler, yemek gönderdiler, Jen uygun olduğunda ziyeret ettiler. Yardım kuruluşlarından maddi destek bile sağladılar. Onlar olmadan o dönemi nasıl atlatırdık bilmiyorum.
Tedaviyi atlattıktan sonra, hayatımızı tekrar toparlamaya başladık. Zorlanıyorduk, hayatımızdaki bir çok şeye artık farklı gözle bakıyorduk.
Nisan 2010’da kanser geri döndü. Kanser taramalarında meme kanserinin karaciğere ve kemiğine metastaz yaparak tekrar ortaya çıktığını öğrendik. Jen hemen tedaviye geri başladı. Pek çok insanın Jen’in hastalığının ne denli ileri ve ciddi olduğunu anlamadığını farkettik. Destek grupları da artık işe yaramıyordu. Hayatımız doktor randevuları, kemoterapiler, ilaçların yan etkileri ile dolmuş durumdaydı. 40 yaşımdan önce dul kalabileceğim düşüncesi, karnıma tekmeler atılır gibi hissetmeme neden oluyordu. İnsanların bizi anlamasını beklemiyorduk. Ama ailemizin ve arkadaşlarımızın orda olmasına ihtiyacımız vardı. Arada seni seviyorum diye mesaj göndermeleri bile yetiyordu.
VE Jennifer fotoğrafları paylaşmak konusunda çok açık fikirlydi. 2008’de tanı konulduğunda Jen internette araştırma yapmış ve meme kanseri ile bulduğu herşey çok kliniksel gelmişti. Çok steril. O, daha önce bunları yaşamış birinden bu hastalığı duymak istiyordu.
JEN Memorial Sloan-Kettering Cancer Hastanesinde bir destek grubuna gidiyordu. Ve onunla aynı şeylerle uğraşan kadınlarla konuşmak ona çok yardımcı oluyordu. Tedavileri hakkında , yan etkileri hakkında rahatlıkla konuşabiliyorlardı. ,Nelerin beklenmesi gerektiği, nelerin alarme etmesi gerektiği gibi konular hakkında insanlar bilgilendiriliyordu.
Kocası ve bakımını üstlenen biri olarak benim bile anlamadığım durumlar oluyordu.
Bir şekilde aynı deneyimi yaşayan insanlar, daha faklı bir açıdan anlaşabiliyorlardı.
Jen’in bir bloğu vardI (My Life With Breast Cancer). Aynı şeyleri yaşayacak olan insanlar için bir rehber görevi görmesi için, korkularını, tedavilerini, aşamalarInI yazıyordu. Jen deneyimlerini paylaşmayI önemsiyordu. Çünkü eğer paylaşmazsak, nasIl öğrenebilirdik?
BaşlangIçta bu fotoğraflarI arkadaşlarImIz ve aİlemİz İçİn çekİyordum. Bu kadar yayIlmasI gİbİ bir planIm yoktu. BunlarIn hepsi gerçekten savaşmak ve aİlemİz, arkadaşlarImIzla İletİşİm kurmak İçİndİ. Ve İşte böylece fotoğraflar yaşamImIzIn bİr parçasI oldu. Deneyimlerimizi paylaşmamIzIn araçlarIndan biri oldu.
Bir süre sonra iyi bir arkadaşIm fotoğraflarI internete koymamI önerdi, Jen’den izin alarak fotoğraflarI bloguma koymaya başladım. Gelen tepkiler inanIlmazdI. Meme kanserine sahip kadInlardan e-MAil almaya başladIk. Onlar Jen’den ilham AldIlar ve cesaret aldIlar. Bir kadIn bize ulaştI ve şimdiye kadar kötü şeyler çIkacağNI DÜŞÜNDÜĞÜ için mamagromInI ertelediğini, sayemizde randevu alIp artIk yaptIrabileceğini söyledi. Ondan sonra hikayemizin insanlara yardIm edebilieceğiniN farkIna vardIk. YaşadIğImIz bir şeyin, dünyaya olumlu bir katkI sağlayacağI, insanlarIn meme kanseri hakkInda biraz daha bilgi sahibi olabilieceği fikri bize umut vermişti.
40. Doğum gününden 16 gün sonra, 22 aralık 2011 de, sabah 08.30 da, düğünümüzden 5 yıl sonra, benim tatlı Jennifer’ım öldü.
Jennifer ile hergünün sonunda günün en güzel ve en kötü anlarını birbirimiz ile paylaşırdık. Metastaz yüzünden karaciğeri yetmezliğe girmişti ve biz bakım ünitesinden eve gelmiştik. O geceyi arkadaşlarımız ve ailemiz ile geçirdik. Neden bilmiyorum o gece uyurken Jennifer’a o gece ile ilgili en çok neyin hoşuna gittiğini sordum. Bir dakika düşünüdü, bana döndü ve bana daha önce bakmadığı bir şekilde derin derin bakarak Jen ” hepsini sevdim– I loved it all”
izlemek isteyenler için TED konuşması-














































JEN Memorial Sloan-Kettering Cancer Hastanesinde bir destek grubuna gidiyordu. Ve onunla aynı şeylerle uğraşan kadınlarla konuşmak ona çok yardımcı oluyordu. Tedavileri hakkında , yan etkileri hakkında rahatlıkla konuşabiliyorlardı. ,Nelerin beklenmesi gerektiği, nelerin alarme etmesi gerektiği gibi konular hakkında insanlar bilgilendiriliyordu.



Jen’in bir bloğu vardI 







Yorum bırakın